.:: İstanbul Kadı Sicilleri ::.


Rumeli Sadareti Mahkemesi 21 Numaralı Sicil (H. 1002-1003/M. 1594-1595)
cilt: 12, sayfa: 241
Hüküm no: 262
Orijinal metin no: [62a-2]
Bu defter İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) ortaklığı ile hazırlanmıştır.


Dukakinzâde Ahmed Çelebi’nin Tophane’de yaptırttığı ev, odalar, çeşme ve dükkanların vakfiyesi

Be-nâm-ı Girdigâr-ı vâkıf-râz, munezzeh-i dâniş-i ân encâm ü âğâz; her matla‘-ı suhan-ı sihr-âferîn ki neyyir-i a‘zam ism-i rabbu’l-âlemîn mâlikül’l-mülki melik-i yevmü’d-dîn ile münevver olmaya, mânend-i subh-i nuhustîn revnâk-ı sıdk u yakîn birle zîb ü fer bulmaz. İbtidâ-i kelâm-ı vâkıf-ı hâl mî-sezed zikr-i Bârî-yi müte‘âl, ve şol ser-levha-ı defter-i ferhunde-fer ki sipâs u sitâyiş-i îzed-i celîl ü cemil ile müzeyyen ve muanven kılınmaya, misâl-i vakf-ı bî-tescîl mevkıf-i i‘tibâr u kabulde cilvegî olmaz. Lîk senâyeş zi beyân berter est Her ki zebân gûyed ez an berter est Nutk-ı senâyeş çe temennâst în Akl u temennâş çe sevdâst în Fe-sübhâne men vakafe dûne mevâkıfi ceberûtihî el-efhâmü ve’l-ukûl ve hare fî müşâhedeti melekûtihî efkârü’l-ecilleti’l-fuhûl. Ve dahi her şâhid-i mâkâl ve nev ‘arûs-ı emr-i zî-bâl meşşâta-i zikr-i kemâli resûl-i bî-hemâl ve na‘t-i cemîl-i cemâl-i habîb-i zi’l-celâl birle ârâyiş ü tezyîn olmaya; ber fehvâ-yı hadîs-i şerîf “Men lem yezkürnî fi du‘aihî fe-hakkun en lâ yüstecâbe du‘a’ühû” hacle-i kabûl ve minassa-ı icabetde cilve-nümâ ve çehre-küşâ olmaz Allahümme salli ale’l-müstakbeli bi-abâ’i’r-risâleti müteveşşihi bi-ridâ’i’l-mecdi ve’s-siyâdeti Muhammedini’l-meb‘ûs fî surreti’l-bathâi’l-men‘ût mâ zâge’l-basaru ve mâ tagâ el-mu‘cizu bi-fesâhetihî mesâkı‘e’l-hutebâ ahter-i burc-i şeref-i kâinât gevher-i dürc-i sadef-i mümkinât, Bûd be-ruh şem‘-i nübüvvet furûz Âb nedîde gil-i Âdem henüz Bişterîn harf ki der Ahmed est Matla‘-ı dîbâce-i in ebced est Sadr-nişîn ust der în bezmgâh Küntü nebiyyen büved ûra guvâh Ol vâkıf-ı esrar-ı “subhân ellezî esrâ”ul vâsıl-ı makām-ı “kābe kavseyn ev ednā” bil resûl-i mufahham ve habîb-i mükerremdir. ki, nokta-i vücûd-ı pür-cûdları bâ‘is-i îcâd-ı levh u kalem ve illet-i gāiyye-i tekvin-i sahâ’if-i âlemdir ki, bu müdde‘âyı rûşen-fehvâ-yı pâk-ı hadîs-i levlâke levlâke lemâ halektu’l-eflâk birle müberhen olup, cemî‘ enbiyâ ve rusul ve hâdiyân-ı sübül peyrev-ı nûr pâk ve muktebis-i envâr-ı unsur tâb-nâklarıdır. Beytu sebekūke târihen ve ente sebaktehüm fazlan fe-ente’s-sâbiku’l-mesbûk, ol matla‘-ı envâr ’’elem neşrah leke sadrak’’ ve mazhar-ı fermûde-i ’’ve rafa‘nâ leke zikrak’’ bir seyyid-i büzürg-vâr-ı celîlü’l-mikdâr ve sened-i âlî mikdâr-ı uli’l-emrdir ki kâffe-i ümeme zât-ı sa‘âdet-simâtı bâ‘is-i rahmet ve âmme-i ashâb-ı himeme ittibâ‘-ı şerî‘ati mûcib fevz-i sa‘âdet-i dünyâ ve âhiretdir ki, ’’ve mâ erselnâke illâ rahmeten li’l-âlemîn’’ bu fehvâya nass-ı mübîndir ki, ızhâr-ı şerâyi‘-i dîn-i metîn ve iş‘âr-ı şe‘â’ir-i şer‘-i mübînde tıbâ‘-ı ebniye-i ehl-i udvânı ud‘u ile sebîli rabbike bi’l-hikmeti ve’l-mev‘izeti’l-hasene fehvâsınca kelimât-ı hikmet-simât-ı mü’essire ve akvâl-i hidâyet iştimâl-i müstahsene tâziyânesiyle bu mertebe dâm etmişlerdir ki, da‘vet-i âmm-ı sa‘âdet fercâm birle cumhûr-ı enâmı dârü’s-selâm-ı İslâm’a getirip ta‘lîm-i ferâyiz ve sünende bezl-i mechûd buyurup ikāmet-i ümmet vâlâ nehmetleri şi‘âr-ı şe‘â’ir-i dîn ve pîrâye-i sünen-i sa‘âdet-karîn birle muhallâ ve müzeyyen oldukdan sonra zîb u zîver-i nevâfil u hasenât ile dahi mükemmel ve müstahsen olmalarıyçün tertîb-i esnâf-ı hayrât ve tehzîb-i ahlâk u sıfât ve tekmîl-i hasâ’il-i hasene ve kemâlâta bir derece tergīb ve tahsîs etmişlerdir ki, ekser-i ümmet-i uli’l-himmetlerinin himmeti kurbât-ı bedeniye ve mâliyenin her birini câ’iz ve mesûbât-ı celîle-i envâ‘-ı ibâdata fâ’iz olmakda ümem-i sâbıkayı sâbık ve câ’iz olmakdır ilâ kıyâmi’s-sâ‘at ve sâ‘ati’l-kıyâm ekser-i enâm ehabb-i mâl ve atyeb-i menâllerinden tertîb-i hayrât u evkāf ve tarh-ı binâ-i meberrât-ı cemîletü’l-evsâf edip kimi bezl-i mâl-i helâl ile fî sebîlillâh ihyâ-i sebîl ve icrâ-i miyâh edip meşâri‘-i müslimîn ve mesâlik-i muvahhidîni ahcâr-ı mefrûşe ile muballât u üstüvâr ve musattah u hem-vâr edip mürûr ve ubûrı âsân ve emâkin-i ba‘îdeden mahall-i devâc ve mevki‘-i ihtiyâca mâl-i firâvân sarf edip, sular getirip atşân ve (…) cinânı sîyrâb ve reyyân etmekle, rûz-ı cezâ ve sarây-ı ukbâda hadd-i [62b] sârımdan (…) [ibâk?] ve (…) [ehakk?] olan tarîk-ı müstakīm-i sırâtpür-havf ve ihtiyâtdan bi fazlillâhi alıkoyup, sür‘at-i mürûr ve suhûlet-i ubûr (…) ve müstevcib-i şürb-i havz ve (…) müte’ehhil-i riyâzü’l-cinân olmak sa‘âdetine te’emmül ve kimi tilâvet-i Kur’ân-ı azîm ve ikrâr-ı eczâ için musakkafât ve akārât binâ edip vakf etmekle mede’d-duhûr ve’l-ahkâbrûh-ı pür-fütûhlarına (…) beyyinâtdan ecr u sevâb-ı bî-hesâb vâsıl ve mütevâsıl olmak üzredir. Pes her lahza ve her ân hezârân-ı hezârân cevâhir-i zevâhir-i tahiyyet ve dürûd u dürer-i gurer salât ve selâm-ı dâimü’l-vürûd bu hâkiyân-ı bî-nâm ve nişân ve hâdiyân-ı hâdiye-i isyândan ol sâkin-i a‘lâ-yı ılliyyîn sultânü’l-enbiyâ ve’l-mürselîn hazretlerinin senâ-i ravza-i pâk ve merkad-i ıtır-nâklarına olsun ki, ahvâl-i menâzil-i ukbâ ve ehvâl-i mevâfık-ı rûz-ı cezâyı haber-i sâdık ile muhayyer ve nâtık ve ümmet-i za‘îfelerine mânend-i âb-ı müşfik varta-i helâkdan sâhil-i necâta sâbık olup ta‘lîm-i sübül-i hidâyet ve reşâd ve irşâd-ı menâhic-i salâh u sedâdda ifrâğ-ı mechûd buyurmuşlardır ki ve dahi âl-i kirâm ve ashâb-ı izâmları müberrekelerine elyak-ı salât u tahiyyât-ı bî-gāyât nisâr olunsun ki nücûm-ı hüdâ ve mesâbih-i dücâ olup her biri çeşme-sâr-ı hidâyet u irfân ve rehnümâ-yı memâlik-i dâniş u îkān olup ’’ashâbî ke’n-nücûm bi eyyihim ihtedeytüm’’ hadîs-i şerîfine mazhar olmuşlardır hümü’n-nücebâi’l- ğurem ve reht-ı ehedin? ve hüm bâyi‘ûhu tâyi‘ûn lede’ş-şecer aleyhim selâmullâhi mâ nâhu tâ‘irun ve mâlâh li’s-sârîn fi’z-zulemi’l-kamer ammâ ba‘d, her lebîb-i sâhib-i nazara göz gibi bâhir ve her andelîb-i hünervere gül gibi zâhirdir ki bu mezra‘-ı merg-âzâr ve gülzâr-ı perîşân etvârın güllerinde bûy-ı vefâ ve lâle ve sünbüllerinde renk-i bekā ve lütf ve safâ olmayıp her gonca-i nâ-şukuftesi âzurde-i hârhâre-i hâr olmağla hûn-ı ciğeri derûnunda tih be tih ve lâle ve sünbüllerinin dâğ-ı hasretle dil-i bî-karârı girih olmuşdur lâlezâr-ı cihân aceb bâgīst ke’ezân bâh-ı her nefes dâgīst nîst bûy-ı neşât der gül-i o mihnet-efzâsına savt-ı bülbül-i o nazar-ı ayne’l-yakīn ile nergis var nigerân olunsa her berk benefşe ve sünbül perîşân zîr-i zemînde hak olan şâhidân-ı rengin-izârın hâl-i müşkbâr ve geysûy-ı tâbdârlarından nümûne ve nişândır her yeki berk-i benefşe ki remed-i ez-dil-i hak hâl-i müşkîn-rûh-ı hoş püserânest ey dil-i şâh-ı sünbül ki ser ez-ceyb-i zemîn ber-dâred ca‘d-ı anber şikest sîmberânest ey dil-i felâh her erîb-i mükerrem ve lebîb-i muhtereme lâyık ve revâdır ki, işbu kâh-ı ferâh-ı dünyâyı tengnây-ı mihmet ü belvâ bilip bu deyr-i şeşderî ve Gülşen-i nilüferinin sûret-i zîbâ ve gül-i ra‘nâsına meftûn ve hârhâr-ı nevâyeniden me’mûn olmayıp belki her âkil-i müdrikü’l-avâkıb ve kâffe-i sâhib-i re’y-i sâ’ib uhdesinde mütehattim ve vâcibdir ki bu tîz-bâzâr-ı gurûr ve geşt-güzâr-ı âlem-i zûrda mağrûr olmayıp kâlâ-yı girân-bahâ-yı evkātı nakd-i nâsire-i hevâ-yı nefse ve sabra hırmen-i ömr girân nümâyesin bâd-ı hevây-ı a‘mâl-i lağv u lehv ve metâ‘-ı hevese vermeyip dil âgâh kalb pür-havf ve intibâh ile ’’ed-dünyâ mezra‘atü’l-âhire’’ müsted‘âsınca tohm-ı sirişk-i levm u nedâmete dem-be-dem zemîn-i zül ve derâ‘ata zirâ‘at ve sûk-ı şevk-i tâ‘at u ibâdet sad metâ‘-ı çehre-i zerd ve dil-i perverd ile sikke-i hâlis-ayâr rızâ-yı cenâb-ı rabb-ı izzet ele getirip ticâret edeler husûsan âyet-i kerîme-i len tenâlü’l-birra hattâ tünfikū mimmâ tuhibbûn mazmûn-ı sa‘âdet-makrûnunun kâffe-i mü’minîne şâmil ve mütenâvil olan fevâyid-i amîmesinde dâhil olup infâk-ı fî sebîlillâh etmekle tahsîl-i kurb-ı hazret-i ilâh edeler ve şâyeste-i mübâhât ve sezâvâr-ı ibtihâc olan erbâb-ı elbâb ve ashâb-ı ukūl içre bu mukaddemât-ı sahîhu’l-intâcın revâcı şek ve reyb yokdur ki ber-vakf-ı mazmûn-ı sa‘âdet-makrûn hel yestevi’l-lezîne ya‘lemûne ve’l-lezîne lâ ya‘lemûn ulemâ-i âmilîn ve sulehâ-i tevfîk-karîn yanlarında sâir ashâb-ı hicr ve hacer ve erbâb-ı elbâb-ı nehyden eşedd ve akvâ olduğu ke’ş-şems fî vasati’s-semâ azhar min en yahfâdır. Eyle olsa işbu mecelle-i celîlenin tahrîr ve imlâsına bâ‘is ve bâdî ve cerîde-i cemîlenin tastîr ve inşâsına hâmil ve dâ‘î ashâb-ı haşmet u câh ve erbâb-ı basîret u intibâhdan ilm-i şerîfe ibtigā li-vechillâh tâlib ve müştağil ve nûr ve zıyâ-yı tevfîk-i ilâhî birle dil-i pür-safâsı pür-nûr ve müşta‘il fart-ı tekarrub-ı hazret-i sultâniye ile mevsûm iken zümre-i ulemâ ve fukarâ mücâlesetini ihtiyâr ve kemâl-i ihtisâs südde-i hâkāniyye birle ma‘lûm olmuş iken fırka-i dervîşân ve sulehâ muvânesetini şi‘âr-ı zât-ı mekârim-disârı kılan sâhibü’l-izzi ve’l-ikbâl sâhib-i ezyâli’l-câh ve’l-celâl iftihârü’l-havâsı ve’l-mukarrebîn mühr-i sipihr-i izzet ve mâh-ı burc-ı temkîn melekiyyü’ş-şiyem felekiyyü’l-himem kân-ı vefâ ebr-i sehâ bahr-i cûd hazret-i el-Hâc Mehmed Ağa b. Abdülvedûd ki fart-ı dâniş-i zekâ ile ma‘rûf ve kemâl-i edeb u hayâ birle mevsûf olup kûh-i vakār ve kân-ı bisyâr dervîş-kîş ve hayr-endîş safâ-yı zamîrinden şem‘-i kamer hacil ve ziyâ-yı zihn-i müstenîrinden çeşme-i hurşîd münfa‘il pîş-i tab‘-ı âbdâreş şem‘-i meh-râ bâb nîst çeşme-i hurşîd-râ ger tâb hest în âb nîst ol zât-ı ferhunde-sıfât u sütûde (…) ve sabâvet ve zamân-ı sıgārından beru tahsîl-i ulûm u fünûn ve kesb [63a] ü kemâlât gûnâgûn sa‘y-i belîğ ve cehd-i bî dirîğ eyleyip ihrâz-ı fezâyil ve fevâzıl etmekle tal‘at-ı behbûdları serâser (…) mekârim-i ahlâk bula vücûd-ı pür-cûdları bergâh (…) evsâf ve kemâlâtı hâyiz olmakla ashâb-ı divelden çok kimesne mütemeyyir olup mekârim (…) âfâk olmuşlardır. Lâkin san‘at-ı ilm u fazîlet mutâla‘aya nâil olmayıp ulûm-ı Arabiye ve fünûn-ı edebiyede hatt-ı vâfir ve sehm-i mütekâsir ihrâzıyla akāid-i dîniyye ve mesâil-i fıkhiyyeden olan metâlib-i âliyeden munkatı‘ kelâma vâsıl olacak kadar bizâ‘a-i istihrâca mâlik olmak emsâllerinden bir ferde hâsıl olmadığı mukarrer ve muhakkakdır hakka ki zât-ı âdîmü’n-nazîrleri cevdet (…) ve safâ-yı zamîr ile mütâla‘a-i kütüb-i fıkha ve tefsîre kādir ve kāmûs-ı muhît-i ulûmdan leâlî nikât ve mezâyâ istihrâcında mâhir iktinâs-ı şevârid-i mesâil ve istiyâd-ı nevâdir-i evâhir ve evâilde kemmiyyet-i tab‘-ı cevâdları kayd-ı avâyid ve hengâm-ı neşr-i fezâyilde sîne-i pür-sekîneleri mahzen-i esrâr-ı ferâid olduğu bir lahza hâzır-ı nâdîyyi bâdiyyi’l-eyâdîleri olan nâzır ve munâzır ilm u irfâna gûn gibi zâhirdir ol zât-ı mehâmid-iştimâlin evâil-i hâl ve mebâdi-i ahvâlinde dahi tal‘at-ı beyhûdelerinden delâil-i ikbâl ve sîmâ-yı sa‘âdet-mahsûs ve ayân ve nâsiye-i izzet-nümûdlarından mehâil-i celâl ve âsâr-ı devlet müşâhed ve nümâyân olmağın, sâik-i takdîr-i zât-ı bî-nazîrlerini âlem-i tufûliyyetde pâdişâh-ı cem-câh-ı gerdûn-penâh iftihâr-ı dudmân-ı âl-i Osman mütemessil-i nass-ı ’’innallâhe ye’muru bi’l-adli ve’l-ihsân’’ râfi‘-ı ehli sünnet ve hâfid-ı ehl-i rafz nâsıb-ı livâ-yı sa‘âdet-ihtivâ-i ’’innâ ce‘alnâke halîfeten fi’l-arz’’ sultânu’l-maşrıkayn hâkānü’l-hâfikayn hâdimü’l-harameyni’ş-şerîfeyn kâsirü’l-ekâsireti ve’l-mülhıdîn murgım-ı unûfi’l-kayâsıreti ve’l-ferâ‘ıneti’l-mütemerridîn masdûka-i mefhûm-ı sa‘âdet lüzûmu’s-sultân zıllullâh ye’vî ileyh küllü mazlûme’s-sultân b. es-sultân sultânu azîmü’l-kadr celîlü’ş-şân Sultan Murad Hân e’azzallâhu ensârahû ile’d-devrân Âsitân-ı izzet-âşiyânına sevk edip, ol hümâ-yı evc-i saltanatın zıll-ı âtıfeti üzerlerine sâye-endâz olalıdan beri şeref-i mukārenet ve musâhabet ve mezîd-i ihtisâs ve âtıfetleriyle mümtâz olup zât-ı sedâd-nihâdlarında merkûz ve muzmer olan salâh ve reşâd muktezâsınca zehârif-i dünyeviyeden i‘râz ve menâsıb-ı aliyyeye nigrândan iğmâz edip şeref-i sohbet-i şâh-ı cem‘ menkabeti ayn-ı sa‘âdet ve ol şerefle iktifâyı mahz-ı devlet bilip yevmen fe-yevmen derece-i kurb ve ittisâlleri mühürdâr-ı evc-i felek pâdişâh-ı cemşîd-hısâlde irtifâ‘ bulıcak cenâb-ı vehhâb bî-illet ve feyyâz-ı bî dannetten feyezân eden ni‘am-ı firâvânın şükründe acz ve kusûrları mülâhaza edip mehmâ emken şükr-i ni‘am-i zü’l-minende ızhâr-ı acz u noksan ile gülşen-senâ-yı sübhânda sûsende nerdübân ve andelîb-i ratbü’l-lisân olduklarında hâtır-ı âtır hurşîd leme‘ânlarında fukarâ-yı ehl-i îmândan müstahak-ı in‘âm u ihsân olan ba‘zı ihvâna nef‘-i resân olup mede’d-duhûr ve’z-zamân tasadduk ve ihsân zerî‘asıyla dahi şükr-i yezdân ve recâ-yı gufrân etmek hâtırâsı halacân etmeğin, bundan akdem eyyâm-ı devlet-i pâdişâhîde mahmiye-i Tophâne’de mâlik oldukları menzil-i bî-nazîr ve dâr-ı behcet-medâr-ı dilpezîr ki leb-i deryâda vâki‘ olup âyine misâl deryâ-yı sefîde nâzır ve suhan-i sofa-i safâsında bir lahza sükûn bâ‘is-i teskîn-i dil ve sebeb-i teşhîz-i hâtırdır vakf edip, târih-i kitâbdan birkaç yıl mukaddem vakfiyesin tahrîr ettirdiklerinden sonra dahi lücce-i cenân-ı deryâ feyezânlarında mânend-i dürr-i bî-nazîr bir ma‘nâ-yı ra‘nâ-cây-pîr olurdu ki eyyâm-ı devlet-i pâdişâh-ı İslâm’ın …? paşalarına dâhil olup cihet-i ma‘âşlarından hâric ve fukarâ ve dervîşâna bezl ü infâklarından fâzıl olan mâl-i helâllerin min ba‘d dahi sehâb-ı ecri her dem midrâr ve ahlâf-ı dâr-ı hemvâre idrâr üzre olan vakf-ı akāra sarf edip zâd-ı âhiretlerin i‘dâd ve mukaddemâ olan hasenâtı tevfîr u teksîr kılınmağla inâd-ı yevm-i mî‘âddan bezl-i makdûr ve ifrâğ-ı mechûd ve meysûr ideler nice eyyâm u a‘vâm bu ma‘nâ-yı zîbâ-dil-i sâf ir‘ât-ı sîmâlarında cây-ı gîr ve hüveydâ olup intihâ-yı fırsat ve ihtilâl-i dikkat u miknete mutasaddî ve müterakkıblar olup dil-i hurşîd-i müşâkilleri hulûl-i ecel ve inkıtâ‘-ı habl-i emelden bi’l-külliye gāfil ve zâhil olmamağın her çend rûy-ı zemîn ve zamâna nigerân olsalar âyet-i “küllü men aleyhâ fân” mazmûn-ı ibret-nişânı iz‘ân ve her gâh dil âgâh ve kalb pür-intibâh ile sahâ’if-i evrâk-ı felek nûh-tıbâk ve girdiş-i çarh-ı heft âsumâna nigâh edip nazar-ı i‘tibâr ve îkān-ı sâlsâr sakf-ı sipihr-i nîlgûn ve nakş-ı mecerre-i gerdûnda resm-i fenâ vu zevâlde ve alâyim-i intikāl ve irtihâl müşâhede ve nümâyân olacak lisân-ı hikmet beyânlarına bu fehvâ-yı neşîd-i hükm-i temhîd cârî olurdu. Beyit: Bu güzergâh-ı fenâ sahnında ümîd-i bekā eylemek fikr-i muhâl ve bâtıl-ı emniyet gibi [63b] âlem-i kevn …? tab‘ ve mûcib-i hilkat gibi hirâs resminde felegin gürbânında şekl-i dellâl hâsıl-ı ömrün halkın? Biçmeğe âlet gibi ya kemân-ı kabza-ı kudrettir ehl-i âlem almağa tîr-ı kazâ ve nâvek-i mihnet gibi bezm-ı kîtî ehlinin ya kāse-i i‘mârı kâh eksikīr ki (…) iş‘âr eder âyet gibi belki cümle heykel-i eflâk ve evzâ‘ nücûm-ı âlemîn şekl-i fenâsın resm eder hey’et gibi işbu dünyâ-yı dûn-ı fânî ve sarây-ı sipenc pür-renc-i zindegânîde devâm ve bakā ihtimâli muhâl olduğuna cezm ve i‘dâd u gınâ ve yem-i mî‘âda azm ederlerdi lâkin ba‘zı avâ’ik ve alâyık niyet-i sâfiye ve taviyyet-i vâfiyelerinde olan âsâr-ı hayrâtı kuvvetden fi‘le götürmeğe â’ik olup el-umûru merhûnetün bi evkātihâ müsted‘âsınca mübâşerete kudret ve miknet müyesser olmazdı şol zamâna dek ki ol zât-ı sütûde-siyer ve mihr-i sipihr-hünerin hullân-ı vefâ ve ihvân-ı safâlarından yâr-ı muvâfık ve sıddîk-ı sâdıkları ma‘den-i mekârim u efdâl menba‘-ı mehâmid u hüsn-i hisâl zât melek-sıfâtı ahlâk-ı hamîde ile ârâste ve nihâd-ı kerem mu‘tâdı fezâ’il-i adîde birle pîrâste hasîb u nesîb fıtrat ve lebîb-i mahdûm-ı mükerrem ve hâkim-i mufahham muhrez-ı fezâ’il ve hüner ve fehvâ-yı müktesibi merhûm ve mebrûr Dukakinzâde Ahmed Çelebi nevverallâhu merkâdehû ve alâ erâ’iki’l-cinân erkadehû unfuvân-ı şebâb ve rey‘ân-ı îş-i lebâblarında azm-i sûy-ı cinân edip dil-i ehibbâyı dâğ-ı hicrân ile sûzân siyyemâ müşârun-ileyh ağa-yı fâ’iku’l-iz‘ânı giryân ve nâlân eyleyip nefy-i cân-güdâzı âteş-i cân olup şiddet-i ittihâd ve inbisât ve mezîd ülfet ve ihtilâtları hasebiyle mevtinden kemâl-i hüzn u inkisâr ve nihâyet infi‘âl u ızdırâb târî olup ol mahdûm-ı güzînin sebzezâr âmâlinden gonca-i ümîdi henüz şükufte ve handân olmadan berk-i îş-i nev-bahâr iken hazân olduğunu göricek dünyâ-yı fânînin fenâsına müceddeden ikāmet-i burhân edip münye-i husûl-i ümniyeye bir ân te’hîr ve hulûl-i ecel tedârik-i emele bir sâ‘at tevakkuf etmediğini tamâm-ı iz‘ân ve îkān ettiklerinde ilhâm-ı kudsî ve vârid-i kuddûsî dil âgâh ve kalb pür-intibâhlarına beyt yâ gāfilâ an harekâti’l-felek yenhâke’llâhu mimmâ ağfelek mâ leke li’l-gayri izâ suntehû ve küllemâ tünfikū minhu fe-lek hidâyet ihtivâsın ilgā edip ve âzim-i dârü’l-karâr ve sâkin-i civâr-ı rabbi gaffâr olan mârrü’z-zikr merhûm mahmidet-şi‘âr dahi cenâb-ı ni‘amü’l-me’âbların vasiyy-i muhtâr eyleyip sülüs mâlının anların elinden vücûh-ı hayrâta sarf olunmasın ihtiyâr ve cemî‘ umûru anlara tefvîz edip yedlerinde muhallef olan hüccet-i şer‘iyye muktezâsınca vesâyetleri sâbit ve mukarrer olup re’y-i rezînleri sülüs-i mezbûr evkāf-ı akāra sarf olunmak olmağın bu takrîb ile kendiler dahi mesârif-i yevmiyelerinden zâyid ve fazla olmuş meblağ-ı müddeharların hayrâta sarf etmeğe âzim olup sâkin oldukları menzil-i meb‘ûs-ı merkūmun civârında ba‘zı hayrât ve vukūf inşâ edip ve bir çeşme-i dilgüşâ binâ eyleyip âb-ı zülâli icrâsına küllî mâl-i helâl sarf edip ve kendi vakıfları civârında sülüs-i mâl-ı müteveffâdan kabz ettikleri üç yüz yirmi iki bin akçe ile ba‘zı hucurât ve müsakkafât binâ eyleyip vesâyetleri hasebiyle merhûm-ı merkūmun rûhiçin vakf edip ve vakfının bu mücellede indirâcın ve bir vakfiyede indimâcın murâd etmeyin ale’l-infirâd evsâf ve a‘dâd-ı vakfeyn beyân ve ta‘dâd olunduğu zikr olunur evvelâ kendiler atyeb-i mâllarından binâ ettikleri evkāf-ı menzil-i mevkūf sâlifü’l-beyânları önünde Tophâne’de Süheyl Bey Mescidi kurbunda ruhâm-ı hâm ve mermer-i e‘azz-i safâ encâmdan musanna‘ ve matbû‘ binâ ile bir çeşme-i zîbâ ve mecrâ-yı âb-ı selsebîl-i âsâdır ki binâsına ve cârî olan âb-ı zülâl-i selsebîl misâlinin kanavât ve mecrâsına küllî mâl sarf olunup tamâm-ı mahallinde vâki‘ olmakla bây u gedâ ve tüvânın ve bî-nevâya bâ‘is-i medh u senâ ve sebeb-i zikr-i cemîl ve hüsn-i du‘âları olmuşdur hakka ki ol çeşme-i zîbâ ve mevzûn-kāmet bir şâhid-i ra‘nâ ve şîrîn-zebân bir-dilîr-i müstesnâdır ki her mukārin ve müsâhib ve sâil ve tâlibîne diller döküp cevâb-ı şafîsiyle dil alîl-i uşşâk-vâr her kalb-i galîl ve dil-i mecrûr u zelîli feyz ve hayât-ı tâze ile imdâd ve irvâ ve mine’l-mâ’ külle şey’in hayy fehvâsın iş‘âr ile çeşme-i mezbûru binâ ve tekmîl eyleyip fî sebîlillâh âmme-i nâsa (…) [64a] edip bundan mâ‘adâ geri mevzi‘-ı mezbûr kurbunda nice dükkân ve hucurât ve mehâzin ve büyût ve müsakkafât binâ eyleyip ol mahalli ma‘mûr ve zülâl-i revnak ve bahâya ma‘mûr kılıp mahall-i revâc ve mevki‘-ı ihtiyâcda bir sûk-ı cedîd peydâ ve iki tarafında evler ve odalar inşâ edip mu‘ayyen ve mümtâz olduğu hâlde cânib-i kıblî semt-i deryâda olan akārı kendi mâllarından binâ edip kendiler için vakf ve cânib-i şimâlîde olan musakkafâtı merhûm-ı merkūm sülüs mâlından kabz ettikleri meblağ-ı mezkûrdan binâ etmeğin merhûmun vakfı olup, şurût ve masârifin vesâyetleri hasebiyle ta‘yîn etmişlerdir. Cânib-i kıblî ve sâhil-i deryâda vâki‘ olup kendilerin vakfı olan yirmi iki bâb dükkân-ı cedîdü’l-bünyân-ı râsihu’l-erkândır bu semtde münharıt ve muntazam olup dükkânların ardında kapısı deryâ önünde olup hâlâ kazâ olan mukāta‘alı arz-ı hâliye-i vakfa açılır ve on iki bâb odalardır ki, her biri birer ocaklı menzili ve muhavvata-i sagīre ve kenîf-i müstakili müştemil olup birbirine mültasık ve muttasıldır. Cümlesinin bir tarafı dükkânlara ve birer tarafı tarîk-i âma müntehî olup deryâya müşrif kahvehâne ve bir bâb oda dahi hudûd-ı mersûmede dâhildir ve yine dıl‘-ı mezbûrda şark tarafında on sekiz bâb evli odaları ki her biri fevkānî ve tahtânî birer evi müştemil olup birinin bir latîf şeh-nişîn ve altı bâb odası olup bu cümlenin hudûdu tarîk-i âm ve hâs ve deryâ ve Arab Ahmed bahçesine ve bir mikdâr vakf yere müntehî ve muttasıldır. Bu mecmû‘ ağa-yı müşârun-ileyhin vakf-ı mümtâzıdır, arsası hâkān-ı huld-âşiyân merhûm Sultan Bayezid Hân Vakfı’na her sâl ( ) akçe mukāta‘a ile maktû‘dur ve cânib-i şimâlde vâki‘ olup merhûm-ı merkūmun vakfı olan içli taşlı bir menzil-i latîf ve mesken-i nazîfdir ki, taşrasında şeh-nişînli iki bâb fevkānî odaları ki altı ( ) bâb mahzendir ve bir matbah ve bir sofayı ve kenîf ve bi’r-i mâyı ve içerisi üç bâb fevkānî odaları ve bir kilâr ve matbah ve muhavvata-i yesîre ve su kuyusunu ve kenîfi müştemil olup, tarîk-i âma ve tarafeynden Süleyman Çavuş mülküne ve geri vakfa müntehiyyü’l-hudûddur ve mezbûr odaların ardında iki bâb fevkānî odaları bir kilâr ve bir tahtânî odayı ve kenîf ve muhavvatayı müştemil bir menzil dahi ki, tarafeynden vakfa ve taraf-ı âhardan merhûm Fâtıma demekle ma‘rûfe hâtun mülküne ve tarîk-i hâssa müntehiyyü’l-hudûddur. Ve bir menzil dahi ki fevkānî ve tahtânî dört bâb oda ve kenîf ve havluyu müştemil olup Ali Ağa ve merhûm Fati mülküne ve geri vakfa müntehiyyü’l-hudûddur. Menzil-i mezbûr ile menzil-i sâbiku’z-zikr ortasında kemer altında bir latîf su kuyusu olup odalar halkı müşterek mutasarrıf olmak için vakf olunmuşdur. Ve dahi altı bâb fevkānî odaları ki her birinin altı bir mahzeni müştemil ve avlu yeri ve müstakil bânı muhtevî olup kuyu civârında olan oda kuyu üstünde olan kemerin üzerine binâ olunmuş bir latîf fevkānî odayı ve içinde su kuyusunu hâvî olup Ali Ağa seddine ve üç tarafdan vakf-ı mezbûra mültesıku’l-hudûddur ve yine dıl‘-i mezbûrda içli taşlı bir menzil olup taşrasından ve içerisinde fevkānî ve tahtânî dört bâb odayı ve bir matbah ve avlu ve kenîfi müştemil olup tarîk[de] bir kapıyı ve hucurât içinde bâb-ı âharı muhtevî ve muntavî olup tarîk-i âma ve Arab Ahmed hâtunu mülküne ve Ali Ağa seddine müntehiyyü’l-hudûddur. Ve zikr olunan altı bâb odaların yanında beş bâb hucurâta dahi ikisinin ikişer üçünün birer bâb-ı fevkānî olup ve birer mahzeni ve avlu yeri ve kenîfi olup tarîk-i âma ve vakfa ve tarîk-i hâssa müntehiyyü’l-hudûddur ve altı bâb hucurâtın altında on dört bâb dükkân olup tarîk-i âmın şimâlî tarafında olan akārın dahi tahdîd ve ta‘dâdı bunda karâr etmişdir. Bu mecmû‘ merhûm Ahmed Çelebi’nin vakfı olup bunun dahi arsası maktû‘adır. Tahdîd ve ta‘dâdı vakfeyn ale’l-infirâd tamâm olup asâleten ve vesâyeten huzûr-ı udûl ve eşrâfda ikrâr ve i‘tirâf ettiklerinden sonra asâleten ve vesâyeten şöyle şart eylediler ki, cümle evkāf-ı huceste-evsâf ahsen-i vücûh-ı istiğlâl ile istîcâr ve istiğlâl olundukdan sonra vakfeynin mahsûl ve ray‘ı ale’l-hesâb bir mütevellî-i emânetkâr-ı sadakāt-şi‘âr yedinde cem‘ ve iddihâr olunup, vakfeynin tevliyet ve cibâyet ve kitâbet ve nezâreti bir olup cihât-ı mezbûre vazîfeleri cümle mahsûlden verilip cihât-ı mezbûre tefrîk ve ifrâz olunmaya. Vezâif-i mezbûreden sonra her vakfın mahsûl-i ma‘lûmu mesârif-i ma‘lûmesine müstakil sarf olunup, meremmet ve ihrâcâtı olursa kadr-ı hâcetince mesârifden mukaddem sarf olunup cemî‘ evkātda vakfeynin sedd-i selmât ve def‘-i rakabâtı vezâif-i cihândan mukaddem olup meremmete muhtâc musakkafâtta ihtimâm oluna. Merhûm-ı merkūmun sülüs mâlının vücûh-ı hayrâtdan ma‘dûd olan hasenâtın tercîh ve ihtiyârında re’y ve ta‘yîn zât-ı mekremet-karînlerine müfevvez olmağın, mâl-i makbûz-ı sâlifü’l-beyânın esnâf-ı hayrâttan evkāf-ı akār ve musakkafâta sarf olunmasın ahrâ ve elyak gördüklerinden sonra mahsûl-i akārdan dahi rûh-ı mûmâ[-ileyh] için tilâvet-i Kur’ân-ı azîme sarf olunmasın cümleden ahsen ve evfak görmeğin, rûhiçin her gün (…) beş cüz’-i şerîf tilâvetin ta‘yîn edip her cüz’-i şerîfin tâlîsine yevmî ikişer [64b] akçe vazîfe şart edip mâh be mâh mütevellî-i basîret-penâh yedinden vusûlün şart edip evkāf-ı merkūme civârında olup Süheyl Bey Mescidi demekle ma‘rûf olan mescid-i şerîfde eczâhânlık ba‘de salâti’l-fecr müctemi‘an alâ vechi’s-teennî ve’t-tertîl lâ ale’s-sür‘ati ve’t-ta‘cîl sükûn ve vakār ile tilâvet etmelerin şart ettiler ve kendi vakıflarını müddet-i hayâtlarında nefs-i nefîselerine şart eyleyip ba‘dehû merhûm-ı merkūmun vakfı gibi rûhlariçin mescid-i mezbûrda eczâ-i şerîf ikrâsına ta‘yîn edip vakfeynde müsâ‘ade oldukça eczâ-i şerîfenin izdiyâdın şart edip, kendilerden sonra emvâl-i vakfeyn ağa-yı âti’z-zikrin re’yine müfevvez olup cümle vakfa nâzır olup vefâ ettiği mikdâr eczâ-i şerîfe tilâvet ettireler ve şart eylediler ki, cümle evkāfa bir müstakīm ve dindâr emîn-i sadakāt-şi‘âr ahvâl-i vakfa şu‘ûr ve vukūf ile ma‘rûf bir kimesne mütevellî ve bir cem‘-i mahsûlde mücid ve sâ‘î zeyl-i ismeti …? hıyânet ve cinâyetten ârî rüşd ve sedâd ile mevsûf kimesne câbî ve bir üslûb-ı rakamda mâhir ehl-i kalem ilm-i hesâbda ve kitâbet-i defterde âlem, yevm-i hesâbda azâbdan hâif kalem-misâl istikāmetle muttasıf kimesne kâtib olup cihet-i tevliyet yevmî on altı akçe ve cihet-i cibâyet yevmî beş akçe ve cihet-i kitâbet yevmî sekiz akçe olmak üzre şart? edip cihet-i tevliyeti emekdârlarından olup binâ-i evkāfda sa‘y-i belîği sebk eden fahrü’l-akrân sâhibü’l-ferâset ve’l-iz‘ân Süleyman Çavuş b. Abdülmennân’a ve cihet-i kitâbeti hadd-i zâtında liyâkati olup ve binâ-i vakfda küllî sa‘y ve hidmeti zuhûr eden mefhar-ı erbâbi’l-kalem melekiyyü’ş-şiyem Kadızâde demekle ma‘rûf Mehmed Çelebi’ye şart ve ta‘yîn edip bunlar istikāmetle hidmete müte‘ahhidler iken tevliyet ve kitâbet âhara tevcîh olunmaya deyû tansîs eyleyip ve kendi vakıfları emrinde müddet-i hayâtlarında min ba‘d âharı tebdîl ve tağyîri ve ziyâde ve teksîri yed-i te’yîd-i iltiyâmlarında komağı evlâ ve ahrâ görmeğin, furû‘-ı vakfda şart-ı mezbûru kendilere tahsîs eyleyip ve kendilerden sonra vakfeyn-i mezbûreyne Dârü’s-sa‘âde ağası olanları nâzır olmak şart eyleyip cihet-i nezâret cümle evkāfdan yevmî dört akçe ta‘yîn edip ve cemî‘ cihât-ı vakfı utekāsı olan kimesnelerin aslahına ve aslah-ı evlâd-ı utekāsına şart edip kendilerin utekāsının ve evlâd-ı utekāsının sümme ve sümme cihâta sâlih var iken cihât ecnebîlere tevcîh olunmayıp utekānın ve evlâd-ı utekānın aslahı takdîm olunmasın re’y eyleyip ve eczâhân olanlar sulehâ ve ehl-i Kur’ân olmasın şart eyleyip nâ ehil olana tevcîh olunmayıp vâsıl-ı istihkāk mukarrer ve mahakkak olacak vakf-ı mezbûrun odalarında sâkin olanlar, ba‘dehû mahallesinde sâkin olanlar sâirden takdîm oluna ki teksîr-i sulehâ-i cemâ‘at mescid-i mezbûra bâ‘is ola ve cemî‘ cihâtın azl ve nasbı kendilere ba‘dehû nâzır olan ağa-yı mûmâ-ileyhin müfevvezi ola ve şart eylediler ki vakfeynin zevâ’idi rakabât-ı vakf için mukarrer olup kendi vakıflarının ray‘ından? bâkī kalan zevâ’idden lâzım gelirse vakf ettikleri çeşmenin ve suyunun yollarının meremmetine sarf olunup suyunun yolları bozuldukca meremmet ve imâret oluna. Ba‘de’l-iştirâ Levend Çiftliği demekle ma‘rûf mahalden getirip icrâ ettikleri suları aslında üç bölük olup tafsîline yedlerinde olan temessükât zâmin ve kâfildir. Gasb ve te‘addî ile ahz olunmakdan sıyânet ve himâyet olunup, mede’d-duhûr mâ-i vâfir cârîsine noksan ve kusûr gelmeden ihtirâz olunup dest-i tetâvül ve tegallüb-i pîrâmeninden dûr kılmakda nâzır-ı vakıf ile istizhâr kılına ve çeşmenin önünde deryâdan doldurdukları mukāta‘alı meydâna kimesne binâ etmekden men‘ olunup vâridîne ve sâdırîne karârgâh ola. Mürûr-ı zamânla telâtum-ı emvâc-ı deryâ-yı mevvâcdan halel ve noksan gelirse mütevellî olanlar zevâ’id vakıflarından tekmîl ve itmâmda sa‘y-i firâvân edip kezâlik menzil-i mevkūf-ı sâlifü’l-beyânları önünde deryâdan doldurup ve süfün ve merâkib ile ahcâr-ı azîme ve suhûr-ı cesîme getirdip mersâ ve me’men-i sefâin ettikleri iskele ve limanlara noksan ve halel gelirse zevâ’id-i vakfdan mükmel kılınıp bu vakıflarının zevâ’idi vefâ etmezse menzil-i mevkūfları vakfiyesinde tahrîr olunan müstakallât ray‘ından meremmet oluna. Vakfiye-i mezbûrede olan evkāf ile bu kitâb-ı müstetâbda mastûr olan vakıfların zevâ’idinden sarf olunup cibâyetin ma‘mûr kılınıp iktizâsına göre amel oluna. Her bir cânibin zevâ’idi âhara sarf olunup meremmet olunmakdan men‘ olunmayıp, mütevellî-i emânetkâr vakf-ı sâbık ve vakf-ı lâhıkın harâba müteveccih olmasından hazer edip hasbe’l-imkân muktezâ-yı şer‘-i şâmihu’l-erkâna ve re’y-i nâzır-ı mekârim-nişân birle imâret-i evkāfda sa‘y-i firâvân edip vüs‘at olursa vâkıf, vâkf -sehhelullâhu aleyhi hevle’l-muvâkıf döşediği kaldırım dahi meremmet olunup mürûr-ı zamân ile bi’l-külliye münderis ve münhedim olmakdan sıyâneten himmet oluna diye şart edip vakfeynin vech-i mebsûta üzre meşrûta-i muhsine ve kuyûd-ı mukarreresini bast ve tafsîl ve itmâm ve tekmîl ettikden sonra vakf-ı [65a] mezkûrîn her biri mümtâz ve müstakil olduğu hâlde mütevellî nasb ettikleri fahrü’l-akrân Süleyman Çavuş’a teslîm edip evkāf-ı mezbûreyi tescîl murâd edicek, işbu kitâb-ı müstetâbı reşehât-aklâm-ı müşgîn-erkāmıyla muvakki‘ olan sadr-ı kâmyâb ve hâkim-i hâsım-ı nâfizü’l-ahkâm-ı âlî cenâb metta‘allâhü’l-Müslimîn bi tûli bekā’ihî ve yessir lehu’l-fevze bi hüsni likā’ihî huzûrlarında vech-i mastûr üzre mûsî-i mezbûrun vasiyy-i muhtârı oldukların evvelâ isbât, ba‘dehû tafsîl-i muharrer üzre asl-ı vakf ve şurûtı nesk-ı meşrûh ve mazbût üzre ikrâr ve i‘lâm edip ve inde’l-ulemâi’l-a‘lâm mu‘teber olup mevkūfün-aleyh tescîl olan her emr-i dakīk ve celîli mürâ‘ât için kıdvetü’l-[65b] muhakkıkīn umdetü’l-müddakkıkīn İsmail Efendi b. ( ) nâm kimesneyi vekîl-i şer‘î nasb edip mütevellî-i merkūm ile hâkim-i hâsım-ı mûmâ-ileyh -esbağallâhu ni‘amahû (…) aleyh- meclis-i âlîlerine duhûl ve mütevellî-i mezbûr Süleyman Çavuş ile huzûr-ı âlîlerinde murâfa‘a ve muhâsamaya müsûl ettiklerinde vekîl-i mezbûr ağa-yı mûmâ-ileyh kıbelinden sikāt-ı Müslimînden fahrü’l-müderrisîn mefhar-ı âl-i Tâha ve Yâsîn ( ) Seyyid Mehmed Efendi b. Seyyid Mehmed ve fahrü’l-küttâb Mehmed Çelebi b. Muslihiddin şehâdetleriyle mevâdd-ı mezbûrede siyyemâ vakfdan rücû‘ ve da‘vâda vekâletlerin isbât edip ba‘dehû müvekkillerinin vesâyeti yedlerinde olan hüccet-i şer‘iyye mûcebince udûl-i muvahhidînden mevlânâ Seyyid Mehmed b. Seyyid Mehmed ve Mehmed Çelebi b. Muslihiddin şehâdetleriyle hasm-ı şer‘iyy-i câhid mahzarında isbât edip ağa-yı müşârun-ileyhi müteveffâ-yı merkūm Dukakinzâde Ahmed Efendi merhûm vasiyy-i muhtâr edip vücûh-ı hayrâta vasiyyet ettiği sülüs mâlının keyfiyet-i sarfında cemî‘ tasarruf ve tedbîri re’y-i bî-nazîrlerine tefvîz ettiğine ilm-i şerîfleri muhît oldukdan sonra vekîl-i vâcibü’t-tebcîl dahi lisân-ı fasîh ve beyân-ı melîh ile bu sifr-i celîl-i tezâ‘îfinde olan tafsîl-i sâbiku’l-beyânı hazve’l-kuzzeti bi’l-kuzzeti min gayri muhâlefetin velev fî noktatin fezzetin takrîr ve beyân edip, müvekkilim evkāf-ı mezbûreyi cemî‘an mütevellî-i mezbûra teslîm eyleyip mezbûr dahi tesellüm etmişdir deyû vakf ve teslîme vech-i meşrûh üzre ikrâr edip mütevellî-i mezbûr Süleyman Çavuş dahi bi’l-muvâcehe vakfeyn-i mezbûreyni müstakil ve mümtâz kabz edip her birini mütevellîlerin evkāfda tasarrufları gibi mutasarrıf olduğuna i‘tirâf edip vekîl-i mezbûrun cemî‘ kelimât-ı meşrûhasın tasdîk edip tarafeynden ikrâr ve tasdîk muhakkak oldukdan sonra hâkim-i câmi‘u’l-mekârim vekîl-i mezbûrun ikrâr ve mütevellînin tasdîki mûcebince sülüs mâl-ı mevkūfeden binâ olunan musakkafât-ı ma‘lûmenin sıhhat-i vakfiyet ve lüzûmuna hükm edip, musakkafât-ı mezbûre cemî‘ kuyûd ve şurûtıyla müteveffâ-yı mezkûrun mahrec-i vasiyyete ihrâc olunmuş vakf-ı sahîh-i lâzım-ı müsecceli olacak, vekîl-i müşârun-ileyh semt-i vifâkdan taraf-ı hilâf ve şikāka sâlik olup müvekkil-i mûmâ-ileyhin vakf ettiği akār-ı sâlifü’l-beyânın vakfından bi’l-vekâle rücû‘a müteveccih olup vakf-ı akār mürûr-ı rûzgâr ile arza-i helâk ve bevâr olup münderisü’l-âsâr olmak ihtimâli münsed olmağın, sultân-ı serîr-i ictihâd serrâc-ı vehhâc-ı ümmet-i hidâyet-i‘tiyâd muktedâ-yı kül ve rehnümâ-yı sübül hümâm-ı akdem İmâm-ı A‘zam Ebû Hanîfe Numan b. Sâbit el-Kûfî -âmelehullâhu bi lutfihi’l-hak ve’l-celîl- katında bâb-ı rücû‘a sed ve mülk-i istirdâda red yokdur, binâen-aleyh vakf-ı merkūmdan rücû‘ edip müvekkilim ağa-yı mûmâ-ileyhin gerü mülklerine idhâl ettim deyû mütevellî-i mezbûrun ref‘-i tasarruf ve kasr-ı yed etmesin taleb edip cidd-i cehd ile bu fehvâ üzre da‘vâdan suhen-sâz ve nükte-pervâz olacak, mütevellî-i merkūm cevâb-ı savâba mutasaddî olup eğerçi vakf-ı akār hümâm-ı efham İmâm-ı A‘zam katında ancak sıhhat ve cevâz ile mevsûf olup tahattüm ve lüzûmdan dûrdur ve cevâz-ı rücû‘ münsed ve mahcûr ve memnû‘ ve mahtûr değildir. Lâkin imâmeyn-i hümâmeyn bedreyn-i tamâmeyn şemseyn-i neyyireyn cerreyn-i hayreyn İmâm-ı Rabbânî fâzıl-ı Samedânî Ebû Yusuf Yakub b. İbrahim el-imâmü’s-sânî ve bahrü’l-yakīn ve ummânü’l-ma‘ânî imâmü’s-sâlis Muhammed b. Hasan eş-Şeybânî -efâzallâhu aleyhimâ sicâle’l-afv ve’r-rıdvân ve eskenehümâ a‘lâ gurefi’l-cinân- katlarında vakf-ı sahîh ve habs-i sarîhde lüzûm lâzım ve ubûd-ı hulûd mütehattimdir deyû feshine mâni‘ ve nakzına mu‘ârız ve mümâni‘ olup, hâsım-ı hâkim mûmâ-ileyhden re’y-i sedîd-i imâmeyn ve mezheb-i reşîd-i hümâmeyn üzre tahattüm ve lüzûmuna hükm-i muhkem-i şer‘î ve kazâ-i mübrem-i mer‘îye tâlib ve râgıb olduğunda hükm-i faysal-ı nâfizü’l-ahkâm -zeyyenellahu bi reşehâti aklâmi vesâ’iki’l-kirâm hazretleri mukatta‘-ı kelâm-ı cânibeynde te’emmül ve tefekkür edille-i celîle-i mezhebeynde ta‘ammuk ve tedebbür edip, kâffe-i selâtîn-i esirre-i ictihâd ve âmme-i esâtîn-i erâ’ik-i hidâyet ve irşâd kavl-i imâmeyn ile amel evfak ve evlâ ve meyl-i neyl-i hayr ve sevâba ehak ve ahrâ idiğinde icmâ‘ ve vifâk ve itbâk ve ittifâk ettiklerine câzim ve temhîd ve mebânî-i hayrât ve teşyîd-i hasenât cânibine âzim olmağın, vakf-ı mezbûrun sıhhat ve lüzûmuna hükm ettiler. Hükmen sahîhan şer‘iyyen muhkemen ve kazâ-ı sarîhan mer‘iyyen mübremen eyle olsa vakfeyn-i mezbûreyn vakf-ı mücmâ‘un aleyh müseccel ve habs-i makulün aleyh mükemmel olup her birinin fürû‘ ve usûlünde naks ve nakzı usûl-i şer‘-i kavîmden hâric ve câmi‘ ma‘kūl ve menkūl ve âlim-i fürû‘ ve usûl olan ehl-i şer‘-i resûl katlarında mesâğ-ı ref‘ ve hafzı mertebe-i istihâle ve imtinâ‘a âric oldu. Ahâd-ı nev‘-i beşerden bir ferd ve efrâd-ı âferîdeden bir merd ki Hak subhânehû ve te‘âlânın vahdâniyetine ve habîb-i ekrem resûl-i mükerrem Muhammedinü’l-Mustafâ’nın -sallallâhu aleyhi ve sellem- risâletine ve kütüb ve rusul ve melâike-i mukarrebîn ve yevm-i âhire mu‘terif ve mukır ola, kâinen men kâne fî küllî asrın ve zamân vakfeyn-i mezbûreynin usûl ve fürû‘-ı muharrere ve kuyûd-ı şurût-ı müfesseresinden birinin ibtâline tasaddî eyleye, ’’fekad bâ’e bi gazabin minallâh’’ âyet-i kerîmesinin mefhûmuna mâ sadak ve zümre-i eşkiyâda dâhil-i mutlak olup, rahmet-i rahmândan dûr ve safh-ı gufrân-ı deyyân ve mennândan mehcûr ola, fe-men beddelehû ba‘demâ semi‘ahû fî-innemâ ismuhû ale’llezîne yübeddilûnehû innallâhe semî‘un alîm ve ecrü’l-vâkıf el-vâkıfu alâ evli’l-mevâkıf …? ve’l-mûcebü’l-ârif ale’llâhi’l-kerîm ve’r-rabbi’r-rahîm cerâ zâlike ve hurrire (…) [66a] ve vaka‘a aleyhi’l-işhâd. Ve hurrire fî evâili Zilka‘deti’l-harâm [min] şuhûrı sene isneyn ve elf min hicreti nebiyyen aleyhi’s-selâm ve alâ âlihi’l-kirâm ve ashâbihi’l-izâm mâ …? bi’s-sutûr ve’l-erkām bi’l-aklâm.


Şuhûdü’l-hâl: A‘lemü’l-ulemâi’l-muhakkıkīn Zeyn Efendi b. Hızır el-müderris bi Medreseti Vâlide Sultan, Efdalü’l-fuzalâi’l-müdakkıkīn Yahya Çelebi b. el-merhûm el-mevlâ Zekeriya Efendi el-müderris bi Medreseti Şehzâde Sultan Mehmed Hân, Kıdvetü’l-muhakkikīn Derviş Mehmed Efendi b. Abdülcebbar el-müderris bi Medreseti Şah Sultan, Mevlânâ Mustafa Efendi el-müderris bi Medreseti Kapudan Paşa eş-şehîr bi Nefeszâde, Mevlânâ Mustafa Çelebi b. Mehmed eş-şehîr bi İzzîzâde, Kenan Halîfe [b.] Abdullah, …? hurûf ve muharriri’l-yüsr? Seyyid Mehmed eş-şehîr bi Şerîf ve gayruhüm.