.:: İstanbul Kadı Sicilleri ::.


Rumeli Sadareti Mahkemesi 56 Numaralı Sicil (H. 1042-1043/M. 1633)
cilt: 14, sayfa: 123
Hüküm no: 105
Orijinal metin no: [20a-2]
Bu defter İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı ve İslam Araştırmaları Merkezi (İSAM) ortaklığı ile hazırlanmıştır.


Mehmed Ağa b. Abdülkerim’in ebniye vakfiyesi

Vakfiye-i Mehmed Ağa b. Abdülkerim eş-şehîr bi Memi Ağa Hamd-i nâ-mahdûd ve senâ-yı gayr-ı ma‘dûd ol vâcibü’l-vücûd ve müfeyyizü’l-hayr ve’l-cûd hazretlerine lâyık ve sezâ ve ahrâ ve revâdır ki, hıls-ı ibâdını zînet-i akl-ı râsih ve hilye-i şer‘-i nâsih ile müzeyyen ve muhallâ ve uyûn-ı basâyirini kuhl-i hidâyet ile mükehhal ve mücellâ edip râh-ı Hüdâ’ya sülûkda tevfîkini refîk ve temhîd esâs-ı ma‘âşa hakīk eyledi. Ve dürûd-ı amîmü’l-vürûd ol sâhib-i makām-ı mahmûd ve misbâh-ı bezmgâh-ı vücûd ve miftâh-ı gencîne-i sehâ ve cûd a‘nâ ol güzîde-i enbiyâ ve rüsül ve râh-nümâ-yı rehrevân-ı sübül habîb-i Hüdâ ve Resûl-i müctebâ Muhammed Mustafa -aleyhi efdalü’s-salavât ve ekmelü’t-tahiyyât- hazretlerinin rûh-ı pür fütûh-ı şerîflerine îsâr ve nisâr kılınır ki, ashâb-ı âsâm ve me‘âsî yevme yü’hazü’l-mücrimûne bi’n-nevâsî ol hazret-i âlî-rütbetin şefâ‘atini recâ ve nazar-ı merhametlerini temennâ ederler. Ve tahiyyât-ı bî-pâyân ve teslîmât-ı firâvân-ı ervâh-ı tayyibe-i âl ü ashâb ve etbâ‘ ve ezvâc-ı tâhirât ve evlâd ve ahbâblarına olsun ki, her biri vâkıf-ı mazmûn-ı hadîs-i şerîf ’’el-mer’ü tahte zılli sadakātihî’’ olup emvâlini vücûh-ı hayrâta nisâr ve infâk-ı fî sebîlillâhi sâyir ef‘alleri üzerine îsâr eylediler. -Rıdvânullâhi te‘âlâ aleyhim ecma‘în.- Erbâb-ı elbâba cenî? ve hafî ve ashâb-ı ârâya muzmer ve muhtefî değildir ki, bu cihân-ı gaddâr esâsı cism-i nizâr gibi nâ-üstüvâr ve bu dünyâ-yı mekkâr medâr-ı bevâr dünyâsı gāyet nâ-pâyidârdır, mukīmi şeref-i irtihâl ve ni‘meti muntazır-ı zevâl menâzil-i mesâyibe süknâ ve mesâkini mesâ’ibe mu‘annâdır, mahall-i ikāmet-i sürûr ve mahfil-i râhat-ı hubûr değildir. Ve bu dahi zâhir ve rûşen ve bâhir-i müberhendir ki libâs-ı hayât-ı insân bir pelâs-ı âr ve câme-i vücûd-ı âlemiyân bir kubâ-yı müste‘ar[dı]r. Lâ-cerem insân-ı kâmil ve merdüm-i âkıl oldur ki, “vemâ halaktü’l-cinne ve’l-inse illâ li-ya‘budûn” muktezâsınca hazret-i hâliku’l-ibâda ibâdetde kâhil ve bir an fikr ve zikirden gāfil olmayıp hâl-i âfiyetde meâl-i âkıbetini re’y-i reşîd ile tedebbür ve fikr-i sedîd ile tefekkür edip ’’ed-dünyâ mezra‘atü’l-âhire’’ muktezâsınca mezâri‘-ı dünyâda tohum-ı hayrâtı zirâ‘at ve bezr-i hasenâtı hırâset edip, tahsîl-i melekât-ı kudsiyye ve tekmîl-i ma‘ârif-i ünsiyye bâbında sarf-ı kudret ve bezl-i cehd ve tâkat kılıp, mehâsin-i a‘mâl ile muhallâ ve a‘mâl-i hasene ile müzekkâ ve musaffâ olup rûz-ı haşrde hey’et-i heniyye üzre mahşûr ve na‘îm, mukīm-i dârü’n-na‘îm ile mesrûr ve muğtenim ola. Binâ’en alâ zâlike mahmiye-i Kostantıniyye’de -hamâhallâhu te‘âlâ ani’n-nuhûs- de Dikilitaş kurbunda vâki‘ Ali Paşa-yı atîk mahallesinde sâkin sâhibü’l-hayrât ve’l-hasenât tâlibü’s-sadakāt ve’l-meberrât dergâh-ı âlî -dâme mahfûfen bi’l-me‘âlî- müteferrikalarından fahrü’l-emâcid ve’l-ekârim Memi Ağa demekle şehîr Mehmed Ağa b. Abdülkerim tarafından vakf-ı âti’l-beyânı ikrâr ve şurûtunu tebyîn ve ta‘yîn ve mütevellîye teslîm ve rücû‘ ve istirdâda ve tescîl-i şer‘îye vekîl olup, hasm-ı şer‘î-i câhid mahzarında Ali Bey b. Süleyman ve Mehmed b. Veli şehâdetleri ile vekâleti sâbite olan fahrü’l-a‘yân makbûlü’s-sudûr ve’l-erkân Mahmud Ağa b. Abdurrahman meclis-i şer‘-i şerîf-i râsihu’l-erkân ve mahfil-i dîn-i münîf-i şâmihu’l-bünyadda vakf-ı âti’z-zikre li ecli’t-tescîl ve’l-itmâm ve’t-tekmîl mütevellî nasb ve ta‘yîn olunan Musa Beşe b. Mehmed mahzarında bi’l-vekâle ikrâr ve takrîr-i kelâm ve ta‘bîr ani’l-merâm kılıp, müvekkilim müşârunileyh Mehmed Ağa Cenâb-ı Rabbü’l-eflâk mâlike’l-emlâk -cellet azametuhû ve izzet kudretuhû- hazretlerinin ibâdına ihsân eylediği ni‘am-ı celîle ve minen-i cezîlesini kemâl-i tenebbüh üzre tefekkür ettikde “ahsin kemâ ahsenallâhu ileyke” emr-i şerîfinden gāfil olmayıp, mefhûm-ı şerîf-i “mâ indeküm yenfedü ve mâ indallâhi bâkin” tab‘-ı çâlâk-i serî‘ü’l-idrâkine münsâk olmağın, mazmûn-ı hadîs-i şerîf-i “izâ mâte ibnü âdeme inkata‘a amelühû illâ an selâsin” müsted‘âsınca erbâb-ı hasenât-ı câriye ve ashâb-ı sadakāt bâkiye silkine münselik olmağa râgıb olup, tasarrufât-ı şer‘iyyesi nâfize ve teberru‘ât-ı mer‘iyyesi câriye olduğu hâlâ mahalle-i mezbûrede vâki‘ arsası merhûm Ali Paşa-yı atîk evkāfından olup, icâre-i tavîle ve her şehr cânib-i vakfa yüz elli beş akçe ücret-i müeccele ile hâlâ müvekkilim mezbûr Mehmed Ağa’nın taht-ı icâresinde olan bir tarafı el-Hâc Süleyman b. Ahmed et-tâcir mülküne ve bir tarafı yine vakf-ı merkūmdan İbrahim b. el-Hâc Ahmed el-Kemânî tasarrufunda olan oda ve bir tarafı yine vakf-ı mezbûrdan Ahmed b. Yusuf ile Takyeci Şemseddin Ahmed tasarrufunda olan oda ve bir tarafı tarîk-i hâs ile mahdûd olup, zikr olunan arsa üzerine izn-i mütevellî ve ma‘rifet-i şer‘-i şerîf ile müceddeden esâsından kendi mâlları ile mülkü olmak üzre binâ olunan muhavvata-i dâhiliye ve hâriciyeyi müştemil olup, muhavvata-i dâhiliyesi dört bâb fevkānî odaları ve iki bâb tahtânî evi ve bir mutfak ve kiler ve tahta-pûşu ve sofaları ve bi’r-i mâ ve kenîf ve muhavvatayı müştemil olup ve muhavvata-i hâriciyesi altı bâb fevkānî odayı ve bir tahtânî evi ve sofaları ve mutfak ve tahta-pûşu ve ahırı ve bi’r-i mâ ve kenîf [20b] ve eşcâr-ı müsmireyi müştemil olan mülk ebniyeyi cemî‘ tevâbi‘ ve levâhıkı ve âmme-i tarâik ve merâfıkı ile niyet-i hâlisa ve taviyyet-i vâfiye ile hasbeten lillâhi’l-azîm ve taleben li-merzâti’r-Rabbi’r-rahîm ve hasbeten li rûh-ı resûlihi’l-kerîm vakf-ı müebbed ve habs-i muhalled edip şart eyledi ki, vâkıf-ı mûmâ-ileyh -esbağallâhu te‘âlâ ni‘amehû aleyhi- mâdâme libâs-ı hayâtı lâbis ola menzil-i mezbûrde sâkin olup keyfe mâ yeşâ ve yahtâr mutasarrıf ola. Ve ba‘de vefâtihî vâkıf-ı mezbûrun evlâdı ve evlâd-ı evlâd-ı evlâdı ilâ inkırâz sâkin olup süknâdan fazla kalan mevâzi‘i icâreye verip icâresini ale’s-seviyye mutasarrıf olalar. Ve vâkıf-ı mezbûrun halîle-i celîlesi Ruhzîba bt. Abdullah nâm hâtun mâ-dâmet hayâtta ola vâkıf ile ma‘an sâkine ve mutasarrıfe ola, evlâdı kalmaz ise mesfûre Ruhzîba Hâtun menzil-i mezkûru müstakilleten mutasarrıfı ola. Ve ba‘de vefâtihâ ve inkırâzi’l-evlâd vâkıf-ı müşârunileyhin kardeşi olup mukaddemâ vefât eden merhûm Ahmed’in oğlu Mahmud’un oğlu olup hâlâ vilâyet-i Rumeli’nde vâki‘ ( ) nâm ( ) sâkin olan Mustafa Çelebi İstanbul’a gelip sâkin olmak ihtiyâr ederse ve yahud mezbûr Mustafa Çelebi’nin evlâd-ı evlâdından gelip menzil-i mezbûrda sâkin olmak ihtiyâr ederlerse ile’l-inkırâz sâkin olalar ve eğer gelip sâkin olmazlar ise icâreye vermeyeler. Menzil-i mezbûrda vâkıf-ı mezbûrun zükûr ve inâsdan mevcûd bulunan mu‘tak ve mu‘takası butûn i‘tibâr olunmayıp muhtâc olanlar sâkin olup sâkin olmadıkları odaları icâreye verip icâresini ale’s-seviyye mutasarrıf olalar. Ve mu‘teka ve mu‘tekanın evlâdları ve evlâd-ı evlâd-ı evlâdları ile’l-inkırâz sâkin ve mutasarrıf olanlar ve içlerinden biri bi emrillâhi te‘âlâ vefât eyledikde hissesini hayâtda olanlar ile’l-inkırâz mutasarrıf olalar. Ve ba‘de’l-inkırâz ne‘ûzü billâhi te‘âlâ min kahri’l-Feyyâz re’y-i hâkimü’ş-şer‘ ile bir racül-i sâliha tevcîh olunup sâkin ola. Ve her kim menzil-i mezbûrda sâkin ve yahud mutasarrıf ola nevbetlerinde zikr olunan menzilin arsasının beher şehr yüz elli beş akçe icâre-i müeccelesini cânib-i vakfa teslîm edeler, menzil-i mezbûrda sâkin olanlar kendi mâllarından vereler ve eğer odaları icâreye verip icâre hâsıl olursa arsasının icâresini icâreden vereler. Ve her kim menzil-i mezkûrda sâkin ve yahud mutasarrıf ola növbetinden menzil-i mezbûrun ta‘mîr ve termîmine muhtâc olan mevâzi‘i mâllarından ve yahud icâreden ta‘mîr ve meremmet ettireler, ta‘mîr ve meremmetten nevbetde ihmâl ve tekâsül edenlerin hisseleri icâreye verilip icâreden ta‘mîr oluna ba‘dehû yine kendiye teslîm oluna. Ve her kim menzil-i mezbûrda sâkin ve yahud mutasarrıf ola nevbetinde her gün üç İhlâs-ı şerîf ve bir sûre-i Fâtihatü’l-kitâb kırâ’at edip sevâbını vâkıf-ı müşârunileyhin rûhuna hibe edeler. Ve vakf-ı mezbûrun tevliyeti ve tebdîl ve tağyîri ve taklîl ve teksîri merreten ba‘de uhrâ yedinde olup ba‘de vefâtihî utekānın zükûrundan aslah ve mütedeyyini mütevellî olup ve meremmet-i menzile mukayyed ola. Ve mürûr-ı eyyâm ve kürûr-ı şuhûr-ı a‘vâm ile şerâyit-i mezbûrenin ri‘âyeti müte‘azzir olursa cümlesini fukarâ-i müslimîn mutasarrıf ola dedi deyü vekîl-i sâlifü’z-zikr Mehmed Ağa ta‘yîn-i vakf [ve] tebyîn-i şerâyit eyledikden sonra vakf-ı mübeyyenetü’l-evsâf-ı mezkûru li ecli’t-tescîl li-maslahati’l-itmâm ve’l-ahkâm ve’t-tesbîl nefs-i vâkıfa tevliyetde teşrîk olunan mezbûr ( ) fâriğan ani’ş-şevâgil teslîm eyledi deyüp mütevellî-i mezbûr dahi vakf-ı evsâf-ı merkūmu vakfiyet üzre kabz ve zabt eyledim deyü vekîl-i mârrü’z-zikri bi’l-muvâcehe tasdîk ve vekîl-i mezkûr dahi mütevellî-i merkūmu ikrâr-ı meşrûhunda şifâhen tahkīk edip, tarafeynden tevâfuk ve tesâduk tamâm ve sâk-ı mesâk-ı kelâmları halhal-i ihtitâm ile zîver-i tâm buldukdan sonra vekîl-i mezbûr kelâmını vifâkdan cânib-i şikāka ma‘tûf ve nehc-i âhara masrûf kılıp bir cihet-i birr için vakf olunan arsa üzerine binâ olunan ebniyenin cihet-i uhrâya vakfiyetini ehille-i âsumân-ı ta‘ayyün olan ekser-i eimme-i ecille-i dîn -aleyhim rahmetü’l-meliki’l-mu‘în- katlarında câiz ve ona müteferri‘ olan şurût sahîh olmadığı maktû‘ ve meczûmdur. Binâen alâ zâlike zikr olunan ebniye-i memlûkenin vakfından rücû‘ ettim, mütevellî-i mezbûr yedinden istihlâs ve kemâ-kân silk-i mülk-i müvekkilime istirdâd murâd ederim dedikde, mütevellî-i mezbûr dahi cevâb-ı bâ-savâbına mütesaddî olup, gerçi bu cihet-i birr için vakf olunan arsa üzerine binâ olunan ebniyenin cihet-i uhrâya vakfı ba‘zı eimme-i Hanefiyye katlarında câiz olmadığı müsellemdir. Lâkin ba‘zı inde’l-eimmeti’l-Hanîfeti’l-kirâm -aleyhim rahmetü’l-meliki’l-allâm- câiz ve cevâzına hükm eden hâkim ücûr-ı cezîleyi hâizdir, anların kavl-i şerîf ve re’y-i münîfleri üzre zikr olunan ebniye-i memlûkenin vakfiyetine hükm taleb ederim deyü red ve teslîmden imtinâ‘ etmekle, beynlerinde nizâ‘ ve cidâl mütemâdî olmağın, tevkī‘-i refî‘-i müveşşah-ı sadr-ı kitâb olan âlim-i Rabbânî ve fâzıl-ı samedânî en-nihrîru’l-kâmil ve’l-bahru’l-âhir? el-hâkim el-âmil el-âdil el-fâzıl beyne’l-hak ve’l-bâtıl-ı vâlâ-cenâb ve ma‘delet-nisâb hazretleri huzûr-ı müstetâblarına vâkı‘a ve vech-i mübîn üzre muhâsama ve münâza‘a kıldıklarında ol hâkim-i haber ve habîr -sehhelallâhu te‘âlâ aleyhi külle asîr- muhâsımân-ı mezbûrânın kelâmlarını ısgā ve tarafeynin delîllerini nazar-ı fâyik ve te’emmül-i lâyık buyurduklarında, cânib-i temhîd-i mebânî-i hayrâtı evlâ ve turuk-ı teşyîd-i hayr ve meberrâtı ahrâ görüp vakfa nazar ve mennâ‘un li’l-hayr olmakdan hazer edip, zikr olunan ebniye-i memlûkenin cihet-i uhrâya vakfını tecevvüz eden eimme-i mü[cte]hidîn -rıdvânullâhi te‘âlâ aleyhim ecma‘în- kavl-i şerîfleri üzre vakf-ı mezbûrun sıhhatine hüküm buyurduklarından sonra vekîl-i mezbûr i‘âde-i kelâm edip, evvelce zikr olunan ebniye-i memlûkenin cihet-i uhrâya vakfının sıhhatine ba‘zı eimme-i dîn zâhib olup sıhhatine hükm lâhık oldu. Lâkin üstâd-ı kül ve rehnümâ-yı sübül sultân-ı serîr-i ictihâd İmâm-ı A‘zam ve hümâm-ı efhâm hazretleri katında sıhhat-i vakf lüzûmu müstelzim değildir, ona binâiyyeten bi’l-vekâle vakf-ı mezbûrdan rücû‘ ve mülk-i müvekkilime istirdâd taleb ederim deyip tekrâr da‘vâ-yı nizâ‘ eyledikde, mütevellî-i mezbûr yine cevâba mütesaddî olup, gerçi İmâm-ı efhâm ve a‘zam kavl-i şerîf ve mezheb-i münîfleri nehc-i mezbûr üzre cârî ve müsellemdir. Lâkin İmâm-ı Rabbânî Hazret-i İmâm Ebî Yusuf el-imâmü’s-sânî -aleyhi rahmetü’l-meliki’l-bârî- kavl-i şerîf ve mezheb-i münîfleri üzre sıhhat lüzûmdan müfârık olmaz, ol vechile lüzûm târî olmuşdur, ol imâm-ı celîlü’ş-şân kavl-i şerîfleri üzre lüzûmuna dahi hüküm taleb ederim deyü hükm-i hâkim-i mûmâ-ileyh -esbağallâhu te‘âlâ ni‘amehû aleyhi- hazretleri dahi alâ kavli’l-imâmi’l-mesfûr vakf-ı mezbûrun lüzûmuna dahi âlimen bi’l-hilâfi’l-cârî beyne’l-e’immeti’l-eslâf fî emri’l-evkāf hükm-i muhkem-i şer‘î ve kazâ-i mübrem-i mer‘î buyurup ve habl-i hıdâmları? mütehattim ve urve-i ihtisâbları münkasim olup, vakf-ı mezbûr vakf-ı sahîh ve lâzım ve haps-i sarîh-i mütehattim olup, min ba‘d efrâd-ı âferîdeden bir ferd için nakzına mecâl muhâl ve ihlâl ve ibtâl mümteni‘ü’l-ihtimâl oldu. “Fe-men beddelehû ba‘de mâ semi‘âhû fe-innemâ ismuhû ale’l-lezîne yübeddilûne innallâhe semî‘un alîm” ve ecrü’l-vâkıfi ale’l-hayyi’l-cevâdi’l-kerîm ve alâ bi hâzâ vaka‘a’l-işhâd ve’t-tahrîr fî evâhiri’l-Muharremi’l-harâm li sene selâsin ve erba‘în ve elf.


Şuhûdü’l-hâl: Fahrü’l-akrân Halil Efendi b. Veli Kethüdâ el-merhûm Ali Paşa, Zahrü’l-ahâlî Mehmed Ağa b. Bâli el-bevvâbu’s-sultânî, Mefharü erbâbi’t-tahrîr ve’l-kalem Kenan Efendi b. Abdurrahman el-kâtibü’d-dîvânî, Fahrü’l-eşbâh Hamza Bey b. Mustafa, Fahrü’l-akrân el-Hâc Mehmed b. Danyal el-Kemânî, Hasan Bey b. Mustafa, Zülfikar b. Abdullah, Yusuf b. Abdullah, Baba Halil b. İbrahim, Mehmed Beşe b. Veli er-râcil, el-Hâc Süleyman b. Ahmed, Muharrem Çavuş b. el-Hâc Süleyman, Abdülbâkī Çelebi b. el-Hâc Süleyman, Receb Çelebi b. el-Hâc Süleyman el-Yesârî, Hasan Çelebi b. Mehmed el-Yesârî, İsmail Çelebi b. Mehmed er-râcil, Oruc b. Durak, Mehmed Çelebi b. Mehmed el-Mücellid, Mehmed Çelebi b. Veli er-Râcil, Mehmed Çelebi b. Mahmud, Hüdâverdi b. Abdullah, Yusuf Çelebi b. Abdurrahim ve gayruhüm.